Bugün Ahmet Alkan denilince onu tanıyan herkesin ilk aklına gelen,
onun farklı alanlarda yaptığı işler, taktığı farklı şapkalar, edindiği farklı
unvanlar oluyor. Şair, yazar, akademisyen, mimar, şehir plancısı, müteah-
hit, iş adamı, düş adamı, düşünce adamı, aydın, siyasetçi...
Oysa hatırlıyorum, Ümitköy’de kendimiz için yaptığımız evin şantiye-
sinin önünde, beton mikserlerini beklerken adımlıyorduk. Heyecanlıydı,
mutluydu, gururluydu ama bir yandan da yorgundu; parçalara bölün-
mekten, her yere yetişmeye çalışmaktan, hiçbir konuya kendini adaya-
mamaktan.
“Hayatım eskizlerde kaldı” dedi. Sustu! Sustum... Yarı yaşındaydım o
zaman. Yarım asırlık bir ömrün ve yarım asırlık yadigârdı yarım yamalak
yaşanmışlıklar...
Bu kitapta konuştuklarımız sadece onun, sadece bizim, sadece bir
şehrin de değil bir neslin, bir dönemin ortak hikâyesi. Kaydedilmeye
değerler. Ama en çok da istedim ki eskizlerde kalmasın bu hayat. Dijital,
renkli, gıcır gıcır bir baskısı olsun.